naber?

428940_10150545672558423_1243027722_n

anlamsızlığa yelken açıyorum. delik deşik, yırtık mı yırtık bir yelken. hem de turuncu. kendime bir ben seçip yazıya öyle başlıyorum. kendimi kendimden sakındım senelerce. ve şimdi hayatıma bir ben daha girdi. ben ve öbür ben. yanlış anlamayın, şizofren değilim. ya da öyle miyim?

bu yazıyı yazarken burnum aniden kanadı. burnum aniden kanadı ve kanla adeta biraz daha anlamsızlık çöktü üzerime. merak etmeyin, endişelenilecek bir şey yok. her gece bir kez burnum kanıyor. rutin bir olay. sıradanlaştı yani. aslında kanama gecikirse endişelenmeye başlıyorum artık. neyse ki bugün erkenden kanadı. sırasını savdı hemen.

müzik hocam bana hep derdi ki: “şarkıya hangi notayla başlarsan, o notayla bitir”. müzisyen değilim ben, acemi şairim. ve şiire hangi duyguyla başlarsam o duyguyla bitirmesini iyi bilirim. işte şimdi bunu bir de bu yazıda uygulayacağım. arada duygu değişimleri olabilir, ama sonunda mutlaka aynı duyguyla bitecek bu yazı, diğer bir deyişle anlamsızlıkla.

kafamı yerden kaldırıp, odamın tavanındaki noktaya bakıyorum. o da bir başına benim gibi. sevdiklerinden, sevenlerinden uzakta. çaresiz. yapayalnız hissediyor kendini. sandalyenin tepesine çıkıp, yanına bir nokta daha çiziyorum. ve bugünden itibaren hergün bu saatte onun yanına bir nokta daha çizmeye karar veriyorum. yarın bir nokta daha. ertesi gün bir nokta daha. sonraki gün bir nokta daha.

aklıma gelmişken, müzik hocama bir gün “niye peki?” dedim. “çünkü başladığı notayla bitmeyen şarkılar, insanları rahatsız ediyor ve bir daha dinlemek istemiyorlar. insanlar sadece aynı notayla başlayıp biten şarkıları dinlemek isterler.” dedi. ne kadar garip değil mi? la ile başladıysan, la ile bitecek. re minörse, re minör gibi. müzikten pek anlamam. sikimde de değil açıkçası, ama bunu yazıma uygulama derdindeyim. kimseyi rahatsız etmeye niyetim de yok pek. bir tek öbür ben’den kurtulmak istiyorum. onu rahatsız edecek yazıyı kulaklarına okuyorum. öbür ben’i paketleme derdindeyim.

dertlerimi bir kenara bırakıp kendime portakal suyu sıkıyorum. kendim içiyorum. öbür ben’e vermiyorum. vitaminsiz kalsın. aç kalsın, ölsün, gebersin. oh, nefis olmuş bu arada tadı. bir tane daha sıkıyorum. turuncu liflerinden süzülen suyuna bakıp, nasıl da yavaş yavaş öldüğünü izliyorum. portakal kan kaybediyor. aklım yarılıyor, şelale. katil ve kan. et ve lif. su turuncu. her şey birden oluveriyor. ve portakal ellerimin arasında can veriyor. portakala kan veriyorum. A Rh (+) hem de.

peki neden kanamıyor artık geceler? tanrıyı kan mı tutuyormuş? ah, canım benim. güzelim uzan şöyle biraz. mösyo tanrı. lütfen. mersi boku demek için 68 tane harf yazıyorum. 68 demişken. 68 kuşağı vardı bi aralar yeeaaaa. noldu öyle onlara? ha. tanrıcım geçenlerde size bir mektup yazmıştım. ptt ile yolladım. şu an leventteymiş size hala ulaşamadı maalesef 😦

mösyo tanrı. bonjour. sizin fransız olduğunuza dair ciddi şüphelerim var. çünkü fransızları hiç görmedim. sizi de hiç görmedim. mesela fransızları hiç yalamadım. aynı şekilde sizi de yaladığımı hiç hatırlamıyorum. öyleyse fransız olma ihtimalinizi yadsıyamam. neyse şimdi şu sidikli cümleleri geçelim de sadete gelelim. isteyecek çok şeyim var. bakmayın böyle lakayık tavırlar içinde olduğuma. son zamanlarda ben size çok feci şekilde inanmaya başladım. varsınız yani bence. orda bir sorun yok. yakın zamana kadar ateistken dönüp bir anda inanınca zor oluyor açıkçası. size dua etmek istiyorum fazlasıyla. ama içime işlemiş kolay kolay edemiyorum. sanki kendime aykırı bir şey yapacakmışım gibi bir his var içimde. sadece sevdiklerim için dua edebiliyorum. valla bak kendim için bir şey istemedim bugüne kadar. sen de bunu iyi biliyorsun tanrıcığım. o yüzden bu mektubu yazmaya karar verdim. sizi övmeye yüceltmeye, ihtiyacınız olmadığını biliyorum. bakmayın bu saf adamın saf tavırlarına. siz bildiğinize devam edin. bazen amacını kendi bile bilmiyor işte bu adam. öyle de bir adamdır işte. neyse siz takılın. öyle yani. rahatsızlık verdiğim için sorry. Pardon. Veuillez m’excuser.

veleddalin amin. kib bb. aeo.

Allah’a nasıl mektup yazılmaz ve nasıl yollanmaz konusundaki bilgilerimi şimdilik bir kenara bırakalım (ulan şaka maka Tanrı’ya, Allah’a emanet ol dedim ya la). yok yani cidden bırakalım bir kenara bunu. naber? afalladın dimi. yok ciddi ciddi soruyorum canım. naber, nasılsın? hmmm… anladıııım. ben de iyiyim işte. öyle.

yazının en başında da söylediğim gibi. anlamsızlığa yelken açıyorum. ama yelken berbat durumda. her an batabilirim. ne yapmalıyım bilmiyorum. açık denizin ortasında yırtık yelkenliyle yolculuk. her şeyin yolunda gitmesini umuyorum. hayata gülümsüyorum. anlamsızlığa merhaba diyip, el sallıyorum.

uğur ergün

8 Yorum

Filed under Öykü, Düzyazı

8 responses to “naber?

  1. Doc. Dr. Oetker

    Yav tavandaki noktaya bile ‘o da benim gibi sevdiklerinden uzak, caresiz’ anlamini katabilen birinin ‘anlamsizlik’ konusunda yazdigini iddia etmesi bayaa bi ilginc geldi. Hissettiklerini tavandaki noktanin uzerine atarak inkar ediyor olmayasin.

    Beğen

  2. hissettiklerimi tavandaki nokta da hissediyor mu acaba diye soruyorum aslında orada. inkardan çok tavandaki noktayla empati diyelim. ve bu da oldukça anlamsız gözüküyor gözüme. yani tavandaki noktayla empati kurmak. ayrıca anlam bir kavram olduğu için sınırlarını kendin belirlersin. bu yüzden güzellik gibi o da göreceli bir hale gelir. mesela, senin çok anlamlı bulduğun bir şiire, bu ne yaa laf salatası, çok anlamsız diyebilirim. bu tamamen bakış açısına bağlı. son olarak da zaten yazının içinde duygu ve konu değişimleri olacağını, yalnızca yazının başıyla sonunun aynı duyguyu içereceğini yazmıştım. benden bu kadar dost 🙂

    Beğen

  3. Doc. Dr. Oetker

    Oksuz kalmis bir hayvan yavrusu buyutmelisin. Bir kopek ya da kedi yavrusu olabilir. Sen olmadan karnini doyuramayacak kadar kucuk olmali. Biberonla cork cork sut icmeli elinden. Titreyen bedenini avucunun icinde ya da kucaginda isitir isitmaz uyuyakalmali. Kosulsuzca guvenilmeyi, bir canliyi hayata baglayan en onemli kisi olmayi tadabildigin o yuksek mertebeyi en derininde hissetmelisin yureginin. Iste sana dunyanin en guzel ‘anlam’i dost. Masumiyete donus ve caresizlige care getirmenin sevinci de cabasi.

    Beğen

  4. sincap buldum bir tane burda. korkuyordu her şeyden. elinde küçücük bir ceviz vardı. hafiften titriyordu. benim ona doğru yaklaştığımı hissetti. durdu. durdum. bir süre bekledikten sonra yavaşça yanına yaklaşmak istedim. ilk adımımı attığım anda fırlayarak ağacın tepesine kaçtı. bisikletime binip yola devam ettim.

    bir dost ..

    bu da şey gibi oldu: kocan seni aldatıyor. bir dost! 😀

    Beğen

  5. Doc. Dr. Oetker

    Kocam kendini aldatir en fazla. Dostlarin hayatimizdaki en onemli islevi de aldatan kocalarimizi bize bildirmektir zaten.
    Farkinda misin korkularimiz sekillendiriyor aslinda hayatlarimizi. Korkuyorum.

    Beğen

  6. korkularımız da hayatımızı etkileyen bir faktör sadece. hayatımızı her şey şekillendiriyor sonuçta. 12 sene önce yarısını duyduğun bir şarkının saçma sapan melodisi bile şu an senin hangi kişi olduğuna etki ediyor.

    Beğen

  7. Doc. Dr. Oetker

    Sarki benim kim oldugumu etkileyecek en son sey, hele yarisini duyduysam, melodisi sacma ise ustunden de 12 yil gectiyse, hiiiic oyle bi durum olmaz. Sarki dedigin nedir ya? Sanirim duvardaki noktaya yukledigin anlama benzer bi ‘anlam’ yukluyorsun o sarkiya da.

    Beğen

  8. hayatımızda karşımıza çıkan en ufak, en önemsiz gördüğümüz şeylerin bile biz fark etmeden hayatımızı etkilediğini düşünüyorum. yanılma payım tabi ki yüksek.

    Beğen

kendidunyasindakiadam için bir cevap yazın Cevabı iptal et